27 Ekim 2012 Cumartesi

Tarihte Ti – Oğuz Bağlantısı

Tarihte Ti – Oğuz Bağlantısı

Çin kaynaklarındaki ismiyle Ti veya Di olarak belirtilen bu kavimlerin tarihi m.ö. III. Bin yıla kadar uzanmaktadır. Örneğin Çin’de efsanevi Hsia hanedanına ait bilgiler arasında, m.ö. III. Bin yılda Çin’in kuzey kısmı boyunca yerleşim alanları edinmiş “barbar” (göçebe) kavimlerden söz edilmektedir. Çin kaynakları bu kavimleri toptan Ti (Di) ve Junğlar olarak tanımlıyorlardı (1).
Bu kavimlerin menşei hâlâ tartışma konusudur. Son dönemlerde tarihçiler bunlardan Junğları Moğolların ataları, Tileri ise Türklerin ataları olavağı yönünde görüşe varmışlardır. Zamanında Alman Türkolog W. Eberhard bu konudaki Çin kaynaklarını tarayarak şu kanıya varmıştır:

“Di (Ti) işareti köpeği gösteren işaretle yazılır; bundan kurda intikal olunabilir, bunun da H’yunğ-nu (Hun) kavimlerinin totem hayvanı olduğu malumdur. Sonra, bundan başka yine köpek tabu ve Junğların efsanelerine yakınlaşmak, aynı zamanda kurt efsanesini bunlara bağlamak, böylece Junğları, Diler gibi H’yunğ-nu almak için denemelere girişilebilir”. Ama Eberhard’ın kendisi Dileri, Dunğ-hu’larla kıyaslamıştır (2). Bu Dunğ-hu kavmini İngiliz Türkolog S. G. Glasson “Oğuzlar”ın cedleri hesap edecekse de bu görüş tarihçilikte kabul görmemiştir.

Doktor Manchen-Helfen’e göre, Tiler aslında Ting-Ling’lerdir. Bunların adı sonraki kaynaklarda Ti-Li biçiminde de geçmiştir. Ancak Tiler, diğer bir görüşe göre Gav-çığ’lardan da olabilir. Ting-Ling ve Gav-Çığlar Türktürler. Bir başka görüşe göre de Ti’ler Ku-di’lerin de atası olabilir. Ku-diler Tobaların bir kavmi olduğundan bunlar da Türktür (3).

Anlaşılan, Tiler daha ziyade Türk kavimlerle bağlantılı bir topluluk olmuştur. M.ö. III-I. Binyıllar arasında Çin’in kuzey kısımlarından başlayıp, Aral Gölü’ne kadar geniş sahada Ti, Junğ, H’yenyun ve Hün-yu kavimleri oturmaktaydı. Bunlara daha sonraki Türk-Moğol kavimlerinin ataları olmuşlardır. Bazı bilgileri göz önüne alarak bunlardan Junğların Moğolların, Ti, H’yenyun ve Hün-yuların ise Türklerin ilk cetleri olduğu görüşü ileri dürülebilir. Daha sonraki Türk kavimlerinin şeceresini göz önüne alırsak, Türk boyları genelde iki büyük boydan teşekkül etmişlerdir. Tilerden Ti-Li, daha sonra Ting-Ling, onlardan da Töles ve Oğur/Oğuzlar; H’yenyun ve Hün-yulardan ise Hunlar, Hunlardan ise Göktürkler türemişlerdir. Bunu kanıtlayacak bazı bilgiler mevcuttur. Örneğin, Çin yıllığı Ch’un-ch’iu’nda yer alan bir bilgini yorumlayan Bahaeddin Ögel’e göre, Ti adı, m.ö. 10. Yüzyılda (yani, m.ö. I. Bin yılda) “kuzeydeki bir kısım Türk kitlelerine toptan verilen bir isimdir. Chao döneminde bunlar sıkça Çin’e saldırı düzenlerdiler”. Yine aynı müellif, bir diğer Çin kaynağına dayanarak şöyle der: “Kao-ch’eler (yani Çince karşılığı Yüksek Arabalılar olan Tölesler gastedilmektedir – E.N.) eski Kırmızı Ti’lerin neslinden, geri kalan kısımlarındandırlar. Onların ilk adları Ti-li idi. Kuzey bölgelerinde iken adları Ch’ih-lo idi. Bütün Çinliler onları Kao-ch’e ve Ting-Ling sayarlar. Onlar, Hsiung-nu (Hunlar)’la aşağı yukarı aynıdırlar. Fakat zamanla küçük farklar meydana geldi. Onların atası Hsiung-nu’ların yeğeni idi” (4).

Bu bilgi, Tilerin Hunlarla akraba boy olduğunu, yeni ikisinin de adını bilmediğimiz bir ana boydan türediğini, daha sonraki Oğur, Oğuz, Uygur, Ting-Ling ve Kao-ch’e (Töles) kavimlerinin Türklerin Ti kanadından indiğini ortaya koymaktadır (5). Burada dikkati çeken bir husus daha vardır. Aktarılan bilgiler, m.ö. I. Bin yılında Tilerin birkaç kola ayrıldığını göstermektedir. Türk hakimiyet ve boy anlayışına göre, boyların sağ-sol, renklere göre ise ak-kara, ak-kırmızı-yeşil ved. biçiminde bölünmesine ilk defa Tilerde rastlamaktayız. Zira Tiler de bu dönemde Kırmızı Ti ve Ak Ti olarak ayrılmışlardır (6).

Böylece, bu bilgiler, bize Tilerin Türk kökenli bir kavim olduğunu ve tarihte adı geçen ilk Türk kavmi (m.ö. III. Binyıldan itibaren) olduğunu söylemek olanağı vermektedir. Büyük Hun Devleti döneminde diğer Türk kavimleri gibi Tiler de bu devletin yönetimi altına girmiştir. Hunlar döneminde Çin kaynakalrı artık Tilerden söz etmezler. Onların adı bu defa kaynaklarda Ting-Ling biçiminde geçmektedir. Ahmet Taşağıl’ın verdiği bilgilere göre, “Mo-tun (Mete) tarafından Büyük Hun İmparatorluğu m.ö. 206 (206) yılından sonra Orhun nehri havzasında hızla geliştirlmeğe başlandığında, etrafındaki değişik kavim ve byları teker teker hakimiyeti altına aldı. Bu anda karşımıza konumuz itibariyle Baykal Gölü’nün batısından Güney Sibriya’ya Yenisey havzasına kadar uzanan sahada önemli en eski Türk boylarından Ting-Ling’ler çıkmaktadır. Ting-Linglerin yönetici olan grupları da bu sahada yaşıyordu. Onların batı grubu İrtış Irmağı, güney grubu ise Gobi Gölünden Çin’e doğru yayıldı. Kuzey grubunu ise Baykal-Yenisey civarında yaşayanlar oluşturuyordu. Batı grubu önce Güney Kazakistan’a sonra Avrupa’ya, güney grubu Sarı Irmağın doğduğu yere doğru yayıldı” (7).

Buradan anlaşılan, Ti boyları Hunlar döneminde Ting-Ling adıyla tanınmakta olup, oldukça geniş bir alana yayılmışlardır. Onların yayıldıkları sahalar Göbi Gölü’nden başlayıp Aral Gölü ve Ural nehrine kadar uzanıyordu. Kaynaklar üzerine çalışma yapan araştırmacılar Ting-Ling adının ne anlama geldiğini de ortaya çıkartmışlardır. Bu isim Çin kaynaklarında T’ieh-le (okunuşu dek-lak0ti-lig, teg-reg), Ti-li (okunuşu: d’iek-liek, tiglig; Pulleyblank’a göre, dejk-lejk, drik-lek, dek-lek, t’ek-lek), Ch’ieh-le (okunuşu: t’iek-lek) ve T’e-le (bu ad daha sonra Tele/Dulu Türk kavimlerinin isiminde de rastlanılacaktır) (okunuşu: d’ek-lek) biçiminde geçmekte ve Türk –Moğol dillerinde kullanılan telegen, terge, tergen – araba; Tegreg – çember, kasnak, Tegrek

Böylece, W. M. McGoven, Tuan Lien-ch’en ve A. Taşağıl’ın da ortak görüş olarak belirttikleri gibi, “Neticede Ting-Linglerin Baykal Bölü’nün batısından Yenisey nehrinin kaynakları, Güney Sibirya ve Batı Kazakistan bozkırlarına kadar uzanan bir sahaya yayılmış olmaları söz konusudur. Diğer taraftan arkeolojik araştırmaların sonucuna göre m.ö. XII-VII asırlara arasında varlığını sürdüren Karasuk kültürünün Ting-Linglerin atalarına ait olduğu ileri sürülmektedir” (9).

Hunların çöküşünden sonra, Türk-Moğol karışımı Siyenbi kavimlerinin ortaya çıkışı, ardından da Ju-juan (Juan-juan) ve Uar (Avar, Uar-Hun, Ak-hun) boylarının eski Hun toprakalrında siyasi bir güç olarak belirmesi Ting-Linglerin yeniden isim değiştirmesine ve farklı adlar altında ortaya çıkmasına yol açmıştır. Miladan sonra V. Yüzyılda Ting-Linglerin iki kısma ayrıldıkları ve iki yeni isim altında ortaya çıktıkları görülmektedir. Birinciler doğuda, yani Gobi çevresi ile Orta Asya’nın doğu kesimlerinde yerleşen Çin kaynakalrında Kao-ch’e-Ting-ling biçiminde gösterilen Töleslerdir. A. Taşağıl’a göre, “Tabgaç (yani Toba, Çince adıyla Wei – E.N.) devrinde kuzeyde (Çin’in kuzeyinde, yani şimdiki Moğolistan’da – E.N.) yaşayan Türk kavimlerinin adları Kao-ch’e-Ting-ling şekliyle birleşik yazılmıştır. Bu da bize Ting-ling – Kao-ch’e – Töles devamlılığını ve bağlantısını göstermektedir” (10). İkinci gurup ise Güney Sibirya ve Kazakistan bozkırı boyunca batıya uzanarak Doğu Avrupa sahasını eline geçiren Ogurlardır. Ogur adı, Oğuz adının Türk dilinin “r<ş” ses değişimine göre “r”li biçiminde söyleniş tarzıdır (11). Bu Töles ve Ogurların Orta Asya’da, yani Göktürk hakimiyeti altında kalanları daha sonra Sır-derya Oğuz Yabgu devleti ve Selçuklular zamanında Oğuz adıyla teşkilatlanıp yeniden ortaya çıkacaklardır.

Ogur/Oğurlar Ting-lingler kanalıyla Ti’lerden geldikleri kesindir. Bu husutaki Çin kayıtlarını derleğen A. Taşağıl Ogurlar hakkında şöyle der: “Tarihi kaynakalrın ışığında Ting-ling’lerin batı grubundan çıktıkları anlaşılan Ogurlar, Doğu Avrupa’ya doğru göç etmeden önce üç ayrı kütle halinde yaşıyorlardı. Birinci kütle: Sır-Derya-Çu ırmakları arasında; ikinci kütle: Emba nehri havzası yani kuzey batı Kazakistan bozkırlarında; üçüncü kitle ise Yayık ırmağı civarında yaşıyordu. Büyük ihtimalle birinci kütle On-Ogurları, ikinci kütle Otuz Ogurları, üçüncü kütle ise Dokuz Ogurları meydana getirmiştir”.(12)

Batıya, yani Doğu Avrupa, Karadeniz ve Hazar bölgesiyle ta Güney Kafkasya’ya, Doğu Anadolu’ya yayılan yayılan Ogurlar (bir nevi erken Oğuzlar diyebileceğimiz bu Ting-ling kavimleri) kendi bağımsız boy adlarıyla da karışımıza çıkmaktadırlar. Bunlar boy adlarının sonunda “ogur/gur” adını barındıran isimlerle anılmaktalar. Kaynaklarda bu Ogur boylarından Sarogur (Sarı/Ak/Ogur), Bittigur (Beş Ogur), Ultingur-Altziagir (Altı Ogur), Kutrihur-Kuturgur (Tukutgur-Dokuz Ogur), Ungur-Hunugur (On Ogur), Utigur/Uturgur (Otuz Ogur).(13)

Ogurlar, 461-465 tarihlerinde Sabirler tarafından Ural dağlarının doğusundan batısına itilmişlerdir. Sabirlerin etkisiyle batıya çekilen Ogurlar burada yeni bir yapılanma içine girmiş ve uzun bir süre Bizans’ı, Sasanileri meşgul etmişlerdir. “Kafkasların kuzeyinde, Azak denizinin doğusunda On-Ogurlar, Don-Volga arasında yani daha kuzeyde Otuz Ogurlar, batıda Dnyeper’e doğru Doğuz Ogurlar”(14) oturmaktaydılar. Ogurların büyük bir kısmı Güney Kafkasya’ya inerek şimdiki Azerbaycan ve Ermenistan’da yerleşmişlerdir (15).

Göktürk devletinin ortaya çıkması Moğolistan’da Ju-juan-Apar (Avar) devletinin çökmesine neden olmuştur. bunun üzerine Avarlar Sabirleri yerinden oynatmış, Sabirler de Ogurları daha batıya sıkıştırmışlardır. Ama Göktürk tehdidi artınca Avarlar daha batıya gelmişlerdir. Bu göç harekatı Ting-linglerin iki kolunu, yani Ogurlar ile Tölesleri biribirnden ayırmıştır. Ogurlar Batı Türklüğü içinde erimişlerdir. Bunlar sırasıyla Sabir, Avar, Hazar, Peçenek ve Kıpçaklar arasında yer almış, önemli bir ksımı da Bulgarlara, Ruslara, Bizansa karışarak izini kaybettirmiştir. Orta Asya’da kalan Ting-linglerin Töles boyları Göktürk hakimiyetini kabul etmiş ev daha sonra ortaya çıkacak Oğuz teşekkülünün temelini oluşturumuşlardır. Böylece, elimizdeki kaynaklar bize kesin ve net biçimde Oğuzların Ti’lerden geldiklerini söylemeğe olanak tanımaktadır.


Kaynakça
1. Gumilev L. N, Hunlar, çev: D. Ahsen Batur, Selenge Yay, İstanbul 2002, s. 28.
2. Eberhard W, Çin’in Şimal komşuları, çev. Nimet Uluğtuğ, TTK Yay, Ankara 1942, s. 119.
3. Bu görüşler için bkz. Eberhard, Çin’in şimal., s. 119.
4. Çin yıllıkları Ch’un-ch’iu, Wei-shu ve Pei-shih’de geçen bu bilgiler için bkz. Ögel B, “İlk Töles Boyları: Ugur, Ting-Ling ve Kao-ch’e’ler”, Türk Tarih Kurumu Belleten Dergisi, cilt: XII, Sayı: 48, Ekim 1948, Ankara 1948, s. 811-812, dipnot. 76-79.
5. Nitekim, B. Ögel, Ugur/Ogur boyların ilk Töles, yani Ti boylarının sonraki devamcıları olarak tanıtmaktadır. Aynı makale, s. 801-805.
6. Bu hususta bkz. Eberhard, Çin’in şimal, s. 117; Ögel, İlk Töles boyları, s. 811, dipnot 76.
7. Taşağıl A, Çin Kaynaklarına Göre Eski Türk Boyları, TTK Yay, Ankara 2004, s. 7.
8. Golden P. B, Türk Halkları Tarihine Giriş: Ortaçağ ve Erken Yeniçağ’da Avrasya ve Ortadoğu’da Etnik Yapı ve Devlet Oluşumu, çev. Osman Karatay, KaraM Yayınları, Ankara 2002, s. 75.
9. Bu ve diger kaynaklar için bkz. Taşağıl, Çin kaynaklarına göre eski Türk boyları, s. 8.
10. Aynı eser, s. 11, dipnot 17-18.
11. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Golden, Türk Halkları Tarihine Giriş, s. 77-78’de “Oğur Türkçesi” kısmına.
12. Taşağıl, Çin kaynakalrına göre Eski Türk boyları, s. 14.
13. Aynı eser, s. 14-15; Bu kavimler hakkında geniş bilgi için bkz. Golden, Türk Halkları tarihine giriş, s. 78-84.
14. Taşağıl, Çin kaynakalrına göre Eski Türk boyları, s. 15.
15. Djafarov Yu, Gunni i Azerbaydjani, Elm neşriyatı, Baku 1993, s. 1-100.

KIPÇAK OĞUZ MÜCADELESİ

Kıpçaklar ve Oğuzlar Türk boyları içerisinde tarihi rolleri ve nüfus olarak kalabalık olmalarıyla önem arz ederler. Kıpçaklar tarihi süreç içerisinde Türklüğün kuzey kısmını, Oğuzlar ise güney kısmını oluşturmuşlardır. Zaman zaman değişik coğrafyalarda farklı zamanlarda karşı karşıya gelmişlerdir. Karadeniz’in kuzeyi, Kafkaslar, Balkanlar ve Orta Asya gibi coğrafyalarda Kıpçak-Oğuz mücadeleleri görülür. Bu iki boy arasındaki mücadelelere girmeden her iki boyun ana yurdu ve etnik oluşumları (etnogenez) hakkında bilgi vermekte fayda var.

Kıpçakların merkezi Batı Sibirya idi. İrtiş ırmağının civarında, İşim ve Tobol nehirleri çevresinde yaşıyorlardı. Gumilev’e ve Grjimaylo’ya göre Hun çağında Kıpçakların uzak ataları olan Tinglingler Hunlara tabi olan kavimler arasındaydı. Göktürk döneminde Tingling’ler Töles/ T’ie-le adını aldılar. Tölesler boylar birliği halinde yaşıyorlar, çoğu zaman Göktürkler’le çatışmaya giriyorlardı. Uygur dönemine geldiğimizde Şine Usu yazıtında Kıpçakların Uygurlarla birlikte Türk toplulukları üzerinde ikili bir hâkimiyet kurdukları yazılıyor. 10. yüzyıla doğru Kimek Federasyonu içerisinde güçlenen Kıpçaklar birlik içerisinde yer alan kavimleri siyasi hâkimiyetlerine alarak Kıpçak boylar birliğini kurdular. Batı Kıpçak birliği Toksoba boyunun liderliğinde örgütlenirken, Doğu Kıpçak birliği de İlbörili boyunun yönetiminde örgütlenmişti.

Oğuzların ilk ortaya çıkış yerleri Selenge Nehri’nin doğusu olmalıdır. Daha sonra Oğuzlar Sirderya havalisinde kalabalıklaşmışlar ve buralarda yurt tutmuşlardır. Oğuzlar, Tokuz-Oğuz adı verilen boylar birliğine dâhildiler. Barthold ve Togan’a göre ise Oğuzlar Töles kavimleri içerisinde yer alıyorlardı. Uygurlar zamanında Sekiz-Oğuz kavminden bahsediliyor. 10. Yüzyıla gelindiğinde Oğuzlar 24 boy halinde başkentleri Yengikent olmak üzere bir ittifak meydana getirmişlerdir. Aynı zaman da Selçuk ve ona bağlı Oğuzlarda yavaş yavaş güçlenirken, Gaznelilere kafa tutmaya başlamışlardı.

11. Yüzyılda Maveraünnehr havalisinde Oğuzların Oğuz Yabgu devleti hüküm sürüyordu ve kuzey komşuları Kıpçakların akınlarına maruz kalıyorlardı. Aynı yüzyıl içerisinde Oğuz Yabgu Devleti Kıpçak akınlarına dayanamayarak yıkıldı. Oğuzlardan bir bölük Hazar’ın güneyine İran cenahına yönelirken bir diğer kısım Hazar’ın kuzeyinden Güney Rusya steplerine doğru hareket etti. Oğuzlardan bir kısım ise ana yurtlarında kalmayı tercih ettiler. Görüldüğü gibi Kıpçaklar yaptıkları saldırılarla Oğuzları yerlerinden oynatarak onların Batı yönünde ilerlemesine neden oldular. Kıpçakların bu hareketinin aynısını 1,5-2 asır sonra Moğollar da tatbik edecek, böylece Oğuz boylarının Anadolu ve Avrupa’da yurt tutmasında önemli bir rol oynayacaklardır. Aslında Kıpçaklar ve Moğollar ileride Oğuzların kuracağı Selçuklu, Beylikler, Osmanlı, Akkoyunlu, Karakoyunlu gibi birçok devletin kurulmasına istemeden de olsa önayak oldular. Bu aynı zamanda Türk kavimlerinin Batı yönünde yaptıkları son genişleme dalgası idi.

Uzların (Oğuzlar) Kıpçak baskısı nedeniyle Rus arazisine giren grupları çeşitli Rus knezliklerinin hizmetine girdiler. Özellikle Kiev Knezliği sınır muhafazası için Uzların askeri gücünden faydalanma yoluna gitmiştir. Sadece Uzlar değil Karakalpak, Berendi, Kovuy gibi diğer Türk grupları da Rus knezlerinin emrine girerek hem sınır muhafazası hem de Rusların Kıpçaklarla yaptıkları savaşlarda yardımcı kuvvetler olarak görev alıyorlardı. Uzların hatırası olarak, Ukrayna’nın bugünkü Torçesk şehri adını buraya yerleştirilen Uzlardan almıştır. Bilindiği gibi Ruslar Uzlara Tork adını veriyorlardı. Kıpçakların hasımları olan Uzları himaye eden Rus knezlikleri doğal olarak saldırıların ve akınların ana hedefi haline geldiler. Özellikle Kiyev ve çevresinde Kıpçaklar Rus-Tork birleşik ordularını birkaç kez mağlup ettiler. Kıpçakların önünden kaçan bazı Tork grupları Balkanlar’a indiler. (11. Yüzyıl). Burada da Kıpçakların takibatına uğradılar. Uzları sadece Kıpçak saldırıları değil büyük oranda bulaşıcı hastalıklar ve açlık gibi birtakım sebepler de yıpratmış ve sonuçta büyük kırıma uğramışlardır. Kurtulanlar ise çareyi Bizans’a sığınmakta buldular. Kıpçakların önünden kaçanlar sadece Uzlar değildi. Peçenekler de Kıpçak baskısı nedeniyle Balkan yarımadasına gelmişlerdi. Askeri güçleri Uzlara nispeten daha kuvvetliydi ve yaptıkları akınlarla Bizans’ı bunaltıyorlardı. İstanbul’u kuşatmak ve Bizans’a son vermek için İzmir Beyi Çaka ile anlaştılar. Fakat Bizans’ın Türk’ü Türk’e kırdırma politikası bir kez daha devreye girdi. Daha önceki yüzyıllarda Türk boylarından Utrigurlar ile Kutrigurları birbirleriyle savaştırıp yok ettiren Bizans bu defa Peçeneklere karşı Kıpçaklarla anlaştı. 1091’de Levunion’da (Yusuf Gedikli’ye göre Edirne sınırları içerisindeki Hisarlıdağ’da ) Kıpçaklar Peçenek’e çok ağır bir darbe indirdiler. Peçenekler son ferdine kadar neredeyse kılıçtan geçirildi. Kıpçaklar, Uzların ardından, daha önce Oğuz boylar birliğine bağlı olan Peçenekleri de yaptıkları akınlarla güçten düşürdüler. Macar tarihçi Rasonyi’nin “Eğer bu iki kavim (Kıpçaklar ve Peçenekler) birleşmiş olsalardı Avrupa’nın yarısını işgal edebilirlerdi” yorumuna katılmamak mümkün değil. Gerçekten de o dönemde Bizans ve Macar Krallığı gibi büyük güçleri yaptıkları akınlarla bir hayli yıpratmışlardı. Öyle ki Macarlar sınır bölgelerine Alman şövalyelerini yerleştirme ihtiyacı duydular.

Kıpçak-Oğuz mücadelelerinin gerçekleştiği bir diğer alan da Gürcistan ve Doğu Anadolu idi. 12. yüzyılda Rus Knezlerinin baskısından bunalan Kıpçaklar Don-Kuban civarında toplanmışlardı. Aynı dönemde Gürcü Krallığı da Selçuklularla savaşıyordu. Kıpçakların askeri gücünden faydalanmak isteyen Kral II. David onları ülkesine çağırdı ve ülkenin çeşitli yerlerine yerleştirdi. (1118). Bu arada Kıpçaklar pagan inançlarından vazgeçerek yavaş yavaş Ortodoks Hıristiyanlığa geçiyorlardı. Kral II. David yeni gelen kuvvetlerle yerel kuvvetleri birleştirerek düşmanlarına karşı savaş açtı. Kıpçak-Gürcü birleşik orduları Selçukluları Gürcistan ve Doğu Anadolu’dan söküp attılar. 1123 Did-Gorni savaşında Türkmenler ağır bir mağlubiyete uğratıldı. Uzun yıllar İslam hâkimiyetinde bulunan Tiflis şehri tekrar Gürcülerin hâkimiyetine geçti. 13. yüzyılın başlarında Gürcü-Kıpçak orduları Ahlat ve Erciş’e kadar ulaştılar. Böylelikle Gürcü Krallığı Kıpçakların yardımlarıyla hem Selçuklu tehlikesini bertaraf etti hem de bölgede önemli bir güç haline gelmiş oldu. Bu bölgede daha sonra 1267’de İlhanlıların da desteğiyle Kıpçak Atabekleri Beyliği kuruldu. Atabekler, Oğuzların Bayındır boyunun kurduğu Akkoyunlularla birçok kez savaşlar yaptılar. Şu kesin olarak söylenebilir ki Gürcistan ve Doğu Anadolu yöresi, Kıpçaklar ve Oğuzların hâkimiyet mücadelesine giriştiği en belirgin bölgelerden birisidir.

Kırım’ın önemli ticaret şehirlerinden biri olan Suğdak’ta Kıpçakların bazı grupları ticaret ile meşgul oluyorlardı. Trabzon Rum İmparatorluğu’nun Suğdak Limanı’nda yerleşme faaliyetleri nedeniyle Türkiye Selçuklu hükümdarı I. Alaeddin Keykubat, Kastamonu-Sinop yöresinin hakimi Hüsameddin Çoban’ı donanma ile Suğdak üzerine sefere yolladı (1228). Kıpçaklar ve Ruslar şehri Selçuklu kuvvetlerine karşı beraber savundular. Fakat Selçuklu kuvvetleri üstün gelerek Suğdak’ı ele geçirdiler. Kıpçakların bu dönemde eski güçlerini kaybettikleri görülüyor. Şüphesiz bunda hem Rus Knezlikleri ile yaptıkları savaşlarda kaybettikleri yetenekli liderlerinin olmayışı hem de 1223’de Kalka’da Moğollara karşı aldıkları ağır mağlubiyetin etkisi büyüktü.

Moğolların 1239-40’lı yıllarda Kıpçaklar üzerine saldırdıktan sonra Kıpçak boylarından bazıları Hanları Köten idaresinde Macaristan’a sığındılar. Bundan sonra Kıpçakların siyasi faaliyetlerinin azaldığı görülüyor. Zaten varolan Kıpçak boy birliği yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamıştı. Kıpçaklar Altınorda, Memluklar, Delhi Türk Sultanlığı, İkinci Bulgar Krallığı, Romen Voyvodalıklarında (Eflak ve Boğdan ) görevler aldılar. Bu devletlerde hem hükümdar hem de asker olarak vazifelerini yerlerine getirdiler. Kıpçakların aksine Oğuzlar boy yapılarını korumakta daha başarılı oldular. Buna ilaveten Ortaçağ’da çok büyük ve önemli devletler kurdular. (Osmanlılar, Akkoyunlular, Safeviler gibi). Oğuzlar teşkilatçılık ve devlet kurma yönünden Kıpçaklara göre daha ilerideydiler. Kıpçaklar ise çok geniş bir alanda (Altaylardan Karpatlara), dağınık olarak kendi boy beylerinin idaresinde, sadece sürülerini otlatıp geçinmek, paralı askerlik yapmak gibi işlerle meşgul oldular. Son enerjilerini de Rus Knezlikleri, Selçuklular ve Moğollarla yaptıkları savaşlarda tükettiler. Eğer devlet kurabilmiş olsalardı Cengiz Han’ın ordularının yaptığının aynısını, hatta daha fazlasını yapabilirlerdi.

Netice olarak bu iki halk her ne kadar birbirleriyle savaşmışlarsa da Türklüğün oluşumunda temel yapı taşı vazifesi görmüşlerdir.

Türk halklarının etnogenezinde ve konuştukları dillerde Kıpçak ve Oğuzların çok büyük etkisi vardır. Bugünkü çağdaş Türk halklarından Kazaklar, Kırgızlar, Özbekler, Karakalpaklar, Altay Türkleri, Tataristan Tatarları, Başkurtlar, Nogaylar, Kırım Tatarları, Karaylar, Kırımçaklar, Kumuklar, Karaçay-Balkarlar Kıpçak Türkçesi ile konuşurlarken, Türkiye Türkleri, Türkmenistan Türkleri, İran Türkleri, Azeriler, Irak ve Suriye Türkmenleri, Balkan Türklerinin bazı grupları ve Gagauzlar Oğuz Türkçesi’yle konuşurlar. Türk halklarında ki Kıpçak-Oğuz etkisini sadece dilsel yönden değil, antropolojik, etnolojik, sosyal ve kültürel yönlerden de görebilmek mümkündür.

BİBLİYOGRAFYA

Barthold, V. V. , Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, (hzl. Kazım Yaşar Kopraman-İsmail Aka), Ankara, 1975
Gömeç, Saadettin, Oğuz Kağan’ın Kimliği, Oğuzlar ve Oğuz Kağan Destanları Üzerine Bir İki Söz, Tarih Araştırmaları Dergisi, sayı 35, cilt 22, Ankara, 2004
Gumilev, L.N. , Avrasyadan Makaleler – I, (çev. Ahsen Batur), İstanbul, 2005
Kazakistan ve Kazaklar, (çev. Abdulvahap Kara), İstanbul, 2007
Kırzıoğlu, M.F., Yukarı Kür ve Çoruk Boylarında Kıpçaklar, Ankara, 1992
Kurat, A.N. , IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz’in Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara, 1975
Klyashtorny S.G.- Sultanov, T.İ. , Kazakistan Türkün Üç Bin Yılı, (çev. Ahsen Batur), İstanbul, 2003
Rasonyi, Laszlo, Doğu Avrupa’da Türklük, (çev, Yusuf Gedikli), İstanbul, 2006
Togan, Zeki Velidi, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul, 1987

OGUZ - EKO - YEKOUT-YAKUT - SAHA-SAKA


SAHA YERİ VE SAHA TÜRKLERİ*
1- Saha Türklerinin Adı
Bugünkü "Yakut" kelimesi Everik (Mançu-Tunguz kavmi) dilinden gelmektedir. Evenkiler, Saha Türklerine "Eko" derlerdi, RuslarSaha Türklerine ait ilk bilgileri onlardan almışlar ve "e" sesini "ya" sesine çevirip, "ut" son ekini ekleyip, Saha 'TürklerineYakut diye ad vermişlerdi. Ancak bu ad hiçbir zaman Saha Türkçesine yerleşmemiştir.

Daha 1924yılında Saha bilim adamı Ksenofontov Cumhuriyetimizin Anayasa komisyonuna Yakut ve YaktUya kelimelerinin yerine "Saha" ve Sahastan" kelimelerinin kullanılmasını teklif etmiş ve Yakut kelimesinin Türkçe olmadığını da kaydetmişti.
Maalesef bu iş o zamanlar bitirilmemişti.1928 senesinde Komünist Partisi Merkez Komitesi aldığı bir kararla Cumhuriyetimizde ağır bir baskıya başlamıştı. Halbuki bu zamanda birçok halk kendi tarihi adlarını almışlardı,
1930 larda Sovyetler Birliğinin yenianayasasıhazırlandığı zaman Saha Türkleri için yeni birümit doğmuştu. 1936yılında Saha Türklerinin tarihi adlarını almaları için devlet komisyonu çalışmalara başlamıştı. Maalesef bu teşebbüse de kanlı bir şekilde son verildi. Bundan
sonra da kimse böyle bir konuyu açmaya cesaretedemedi.
Bütün eski Sovyetler Birliğinde ."Glostnost" ve "Prestroyka" politikaları ile esen bağımsızlık rüzgarları Saha. Sire'ye kadar ulaştı. 27 Ey1ül1990 da Saha Özerk Cumhuriyeti devlet egemenliğini ilan etti.
Cumhuriyetimizin adı "Yakut-Saha Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti" olmuştu. Ama bu da bugünkü realiteye ters düşmektedir. 20 aralık 1991 ülkemizde cumhurbaşkanı seçimi gerçekleşti. Bu yeni cumhuriyetimizin ilk cumhurbaşkanının birinci kararı cumhuriyetimize kendi tarihi adını koymak oldu. 27 Aralık 1991 den itibaren cumhuriyetimizin adı "Saha Cumhuriyeti" oldu ve "Yakutya" kelimesi ise yalriız parentez içinde verilmektedir. Böylece tarihi hakikatlar yerini bulmaktadır.

'3- Saha Türklerinin Menşei Problemi
Saha Türklerinın etnik oluşumuna çeşitli kavimlerin dahil olduğu yolunda görüşler mevcuttur. Bunlar arasında Hint-İran dilli haklar da , sayılmıştır. Fakat Saha Türklerinin asıl etnik temelini iki büyük Türk grubu oluşturmuştur:
ı. grubu eski Tölösaşiretleri ve bunların içinde de özellikle uygurların yeri büyüktür, ki Saha Türklerinin ataları olan Kurıkanlar bir Tölös boyudur.
2.grubu iseKıpçak boyları oluşturmaktadır. '
Saha Türklerirrin.antropolojik tipi 'iki kisma ayrılmaktadır
l-'Moğol aşiretlerinin, etkisine maruz kalmış çok kuvvetli Orta Asya tipi,
2-Eski Avrupa fonetik fonlu Güney Sibirya antropolojik tipi.
Umumi olarak, Saha Türklerinin etnik oluşumu Orta Lena havzasında 17. asırdan önce biçimlenmiştir.
Halbuki, bugüne kada.r Saha Türklerinin eski tarihi ve etnik kökenini tam olarak bilmiyoruz. Bu konu hakkında. birtakım hipotezler vardır. Sahalar güney Türkleridir; kuzeye Altay-Sayan, Orta Asya Baykal yanından gelip Orta Lena havzasında Saha halkını meydana getirmişlerdir;
Bundan başka Kostantinov, Zekov ve Gogolevgibi Saha bilim adamlarının ana fikrine göre, Saha Türklerinin etIiik menşeinde beş dönem vardır:

ı. Dönem: Eski Türk 'dönemi (Kurıkanlardan önce).
Bu dönem İskit (veya İskit-Saka) ve Hunlar devirlerinden ibarettir.
M.Ö. 7. y. yıldan m.s. 4. y.-yıla kadar Bu demirçağı zarfında Güney Sibirya ve Orta Asya'da son devletler kurulur, gelişir ve yayılır. Tarihe en önemli izleri bırakmış devletlerinin arasında Kök Türk Kaganlığı (m.s. 6-8. y.y.), Eski Uygur Kaganlığı (m.s, 8-9.y.y.), Kimekler (m,s. 9-11. y.y.), Eski Hakaslar (m.s. 6-13.
y.y.) ve Eski Moğol İmparatorluğu (13-14. y.y.) vardır.
İlk demir çağı başında Wu-sun, Yüeçi, Tingling .cTölös) ve Hunlar aşiret birliklerini
kurmuşlardır. Bunlardan hangileri Saha Türklerinin etnik oluşumuna katılmışlardı .
Muhtemeldir ki, Yüeçilerin bir kısmı Sahaların eski atalarının meydana gelişinde etkili olmuşlardır. Yüeçiler Pazırık. ve' Uyuk arkeolojik medeniyetinin taşıyıciları idi Dillerinde Türkçe kelimelerin olduğu bilinmektedir. Saha Türkleri. ve Yüeçiler arasında ,bilhassa ölü
gömme törenlerinde, mesleenve sanat unsurlarında sıkı bir paralellik kurulabilir. M.Ö..2. y.y. da Hunlar tarafından yok edildikten sonra Yüeçilerin bir kısmı Baykal yakınlarına çekilip, Saha Türklerinin etnik oluşumuna katdmış olabilirler.
M.Ö. 2. y. Yılda Hunlar Tingling ve Kırkızları fethedip, Kırkızları Baykal yakınındaki Tingling'topraklarına göç ettirmişlerdi. Kırkızlar bugünkü Hakasların ataları ve eski Türk göçebeleri idiler. Tinglingler etnik kökeni bilinmeyen ve gök gözlu Avrupaid bir halktır ve Yenisey ile .Minusinsk bozkırlanııda. yerleşik idiler.
Bu.iki halk karışımının neticesinde Taştık arkeolojik medeniyetinin taşıyıcıları ortaya çıkmıştır. Bunların Saha Türklerinin etnik oluşumuna katılması çok mümkündür..Saha maddi kültürünün unsurları bunu tasdik ederler. .
Şunu belirtmek lazımdır ki,eskı Türkler etnik bakımdan homojen değildiler; Bunların arasında Altay Türkleri, Yenisey Kırkızları, Uygur, Kıpçak, Kurıkan, Kanglı-Peçenekler vesaireler de vardır.
Bugünkü bilim insanlarının bir kısmı Saha Türklerinin atalarının Tölös aşiretleri olduğunu söylemektedirler. Tölös aşiretlerinin temelini Uygurlar teşkil etmekteydi.'ler.. 630 sen.esinde. Tölös Kaganlığı (veya Tokuz Oguz) kurulmuş ve 682 yılında II. Türk Kaganlığı tarafından
yok edilmişti. Fakat 745 senesinden 840 yılına kadar tekrar Uygurlar iktidara geçmişlerdir. Meselenin asıl dikkati çeken tarafı şu ki; Saha Türkçesinde Uygur terimi yoktur.
Saha Türkçesinde kagalas veya kanglı terimi vardır; Bundan başka Saha Türkleri ile Kıpçaklar arasında çok yakın maddi ve etnografik benzerlikler mevcuttur. Bu aradaki etnik ilişkilerin Hakaslardan (veya Yenisey KırkızIan) geçtiği sanılmaktadır.

2. Dönem: Kurıkan Dönemi. Bu devir 6 ve 10.yüzyıllararasıdır.
Saha bilim adamlarının büyük bir kısmı Saha Türklerinin kökenini Baykal yanındaki Kurıkanlara bağlamaktadırlar. Kurıkanların biçimlenmesine yerli Tunguz aşiretleri, karo mezar kültürünün veTaştık medeniyetinin taşıyıcılannın torunları (veya Yenisey Kırkızla.rı)
etkide bulunmuşlardır: Bundan başka Tölös aşiretleri ve Hunların bir kısmı da bu teşekküle katılmışlardır. Kurıkanlar Orkun runik yazısını biliyorlardı; Çin kaynaklarına göre Kurıkanlar 5000 suvari çıkarabilen oldukça büyük ve bağımsız bir halktı. Kurıkanların adı üç kelimeden
ibarettir: Uç-kun-kan. Bunların üç aşiret birliğini jrade etmesi muhtemeldir.,Türkler-karo meza rkültürü taşıyıcıları-Moğollar ve Evenkiler. Ama bu sadece bir hipotezdir.
840 senesinde Yenisey Kırkızları, Uygur kaganlığını yok etmişlerdir. Kızlasov'a göre o zaman, Baykal kıyılarına aristokrat Kırkız soyunun başında Hakasların bir kısmı da gelmişti.

3..Dönem: Moğöl dönemi. Budönem 10.y.y. dan 1.yüzyıla kadar.dır. Moğol aşiretleri Baykal kıyılarına gelip, eski Sahalarla çeşitli temaslarda bulunmuşlardı. Bunun neticesi olarak, Saha Türklerinin gelecekteki etnik, dil ve antropolojik özellikleri biçimlenmiştir.

4. Dönem: Eski Saha Dönemi. Bu dönem 12. y.yıldan 16. y.yıla kadar sürer. Bu göç zamanıdır. Moğol başbuğu. Çingiz Han Altay-Sayan ve Baykal çevresindeki bir çok halkı fethetmişti. Sahalar kuzeye, Orta Lena havzasına çekilmişlerdi. Saha bilim adamı Gogolev'e göre bu dönemin adı Kırkız ötöh veya kulun-atah arkeolojik devresıdir.
5. Dönem: Geç Saha Dönemi. Bu dönettı 15. y. yıldan 16. y.yıla kadardır. Bu devre tamamen Saha yerindeki Otta Lena havzasında cereyan etmiştir. Baykal kıyılarındaki eski Sahaların büyük çoğunluğu bu yeni vatana gelip, 17 y.yıldan önce Saha Türklerini oluşturmuştu.

Son olarak, bazı tarihi eserlerde Saha Türkleri Uranhay-Sahalar diye adlandırılırlar. Bu adı Viluy Nehrinde yurt tutmuş ve Tunguzlar ile karışmış Saha Türkleri taşımaktadırlar. Mançurya'da Uranhayadlı bir Tunguz aşireti var idi. Moğollar ise bütün kuzeydeki orman halkla.rına uranhay diye umumi bir' ad vermişlerdi

tokuz oguz

TOKUZ OGUZ

Dokuz Oğuz, (Eski Türkçe: Old Turkic letter Z.svgOld Turkic letter G1.svgOld Turkic letter O.svg Old Turkic letter Z.svgOld Turkic letter O.svgOld Turkic letter OQ.svgOld Turkic letter T1.svg, Toquz Oγuz[1], Çince: 鐵勒九姓 / 铁勒九姓, tielè jiǔxìng), Tielenin dokuz boyu.
Çin kaynaklarında, (九姓; Jiuxing) "dokuz boy, halk", Çin'deki Tabgaç hanedanı sırasında Uygurlar Gao Chu adıyla anılmışlardır[2]. Bununla beraber Uygur Kağanlığı kurulduktan sonra Uygur kelimesi Dokuz Oğuz için de kullanılmaya başlandı. İslam coğrafyacıları, Tokuz-Oğuz Uygurları eş tutmuşlardır[3].

TİELE

Tingling (Çince: 丁零; Pinyin: Dīnglíng, Wade-Giles: Ting-ling, Kaoçe (高車 basit: 高车; Gāochē), Chile (敕勒; Chìlè), Tiele (鐵勒 basit: 铁勒; Tiělè/T'ieh-le), tarihi Türk topluluklarındandır. Tinlingler aslen, güney Sibirya'da Lena Nehri boyunca, Baykal Gölü'nün batısında yaşarlardı.[1] Millat'tan önce üçüncü yüzyılda, onlar batıya doğru yayılmaya başladılar. Onlar Hiung-nu imparatorluğunun bir parçası oldular.[2][3]

KÖKENLERİ

Tingling kökeni ve nereden geldikleri hakkında fazla bir bilgi olmasada, o çağlarının gereği avlanmak, balık tutmak ve besin toplamakla yaşamlarını sürdürmüşlerdir.
İkinci yüzyılda, Mete (冒頓; Ma-To) tarafından diğer 26 boylarla birlikte boyun eğdirilmiş, ayrıca onların aralarında Yüeçi (Çince: 月氏 veya seyrek 月支; Pinyin: Yuèzhī) ve Vusun (Çince: 烏孫 / 乌孙, Wūsūn) boyları da bulunurdu.[1]
Tingling'ler ile ilgili en eski kayıtlara M.Ö. 1 yüzyılda rastlanmaktadır.[kaynak belirtilmeli]
Türk boyları, Çince kao-ch'e denilen, dört tekerlekli kağnıları ile, sürülerini otlattıkları yaylalar ve surlar içindeki kışlıklar arasında göç etmişlerdir. Kubbeli veya kümbetli otağlar kışın surlar içine kurulmuştur. Surlar içine, ayrıca otağa benzer, ağaçtan köşklerde yapılmıştır. Yaz geldiğinde kerekü denilen ve katlanabilen otağ, kağnıya yüklenmiş halde veya kurulmuş durumda yaylalara göç edilmiştir. Bu göçlerde kağnı ile taşınabilen otağlar yanında; çok renkli keçeden, kilimden veya işlemeli kumaşlardan yapılmış örtüler; göçebe hayata uygun kaftanlar, çakşırlar, çizmeler, börkler, kemerler, süs eşyaları, at koşumları kağnılı boyların beraberinde bulunan önemli eşyaları arasında yer almıştır.
Çin kaynaklarında, Tinglin'ler ile ilgili sıklıkla bahsedilen temel karakteristik özellikleri, arabaları üzerindeki çadırlarda yaşadıkları göçebe hayat tarzları ile ilgilidir. Bu arabalarından dolayı Kaoçe (Çincede Yüksek araba anlamına gelir) olarak da anılmıştır.

Tarih [değiştir]

Türk Tarihi MÖ.65 b.jpg
Türk Tarihi 1nciYY.jpg
Türk Tarihi 2'nciYY.jpg

Hiung-nu dönemi

Tingling'ler, Türk kavimlerinin kurdukları devletlere katılmakta ve devlet ortadan kalktığında bağımsız hareket edebilmekteydiler. Hiung-nu ve Göktürk politik hayatında oldukça etkili bir topluluktu.
Hiungnunun ilk parçalanma dönemine girdiği M.Ö. 65 yıllarında Çin kaynaklarında Tinglinglerden bahsedilmeye başlandı. Hiungnuların M.S. 50 yıllarında yaşadığı ikinci kırılma sürecinde Tinglingler de bağımsız dönem yaşamaya başladı.

Vey

Ana madde: Vey (16 Krallık)
Türk Tarihi 300yılı.jpg

Ting-ling 

Türk Tarihi yıl400.jpg
 
 
Türk Tarihi 451.jpg
Çin kaynaklarında Uygurların M.Ö. Ding-ling, M.S. 4. Yüzyıldan sonra ise T'ie-le adı verdikleri boylardan geldikleri belirtilmektedir.

Dingling yöneticileri

Aile adları ve verilmiş ad Saltanatların süreçleri
Aile adı ve verilmiş ad
阿伏至羅 Āfúzhìluó 487-503
跋利延 Bálìyán 503-505
彌俄突 Mí'étú 505-516
伊匐 Yīfú 516-524
越居 Yuèjū 524-536
比造 Bǐzào 536-540
去賓 Qùbīn 540-541

OĞUZLARIN ANADOLU'YA GÖÇLERİ VE YERLEŞMELERİ

OĞUZLARIN ANADOLU'YA GÖÇLERİ VE YERLEŞMELERİ

A-) SELÇUKLULARDAN ÖNCE ANADOLU'NUN VAZİYETİ

Türkmenler tarafından fethedilişinin arifesinde Anadolu, nüfusunun çoğunu kaybetmiş ve harabeye dönmüş bir coğrafya durumunda idi. XI. yüzyıl öncesi Bizans-İslam mücadeleleri Anadolu'nun tahrip olmasına sebep olmuş ve üstelik buna Bizans'ın kötü yönetimi eklenince ülke nüfusu oldukça azalmıştı. Bölgedeki istikrarsızlıktan bitkin düşen halk Balkanlara ve adalara göçmüştü. Nitekim XI. yüzyılda Türklerin nüfusu azalmış bir coğrafyaya geldikleri gerçek ise de, Anadolu'nun tamamen boş ve sahipsiz olduğunu söylenemez. XI. Yüzyılda Bizans'ın siyasi etkisi altında bulunan Anadolu topraklarında Rum, Ermeni, Süryani ve Kelt gibi yerli halklar yaşamakta idi. Üstelik XI. yüzyılda Bizans'ın Türk akıncılarını önlemek amacıyla uyguladığı iskân politikası neticesinde Anadolu'nun nüfusunda artışlar gerçekleşmiştir. Bilindiği gibi Bizans Devleti'nin Kuzey Suriye ve Ermeni prensliklerini hâkimiyet altına almasını müteakip XI. yüzyıl başlarından itibaren Süryani (Suriyeli) Hıristiyanları Anadolu'da Tarsus, Edessa (Urfa) ve Anazarba bölgelerine, Ermenileri ise KHikya, Kapadokya ve Sivas havalisine yerleştirdiler.
Diğer taraftan, Bizans Devleti bunlara ilave olarak, VIII. yüzyıldan itibaren Balkanlara inmeye başlayan Bulgar, Peçenek, Kuman ve Uzlardan oluşan Türk kütlelerini Anadolu'ya geçirerek, Karaman ve Kayseri bölgelerine yerleştirmişti. Fakat bu askeri nitelikli iskânlar, Anadolu nüfusu üzerinde büyük bir tesir oluşturacak boyutta değildir.
Fakat Bizans'ın uyguladığı her iki nüfus transferleri Türkmenlerin işine yaramıştır. Bizans Devleti'ni doğudaki Ardzuni ve Vaspurakan Ermenilerin'! Orta Anadolu'ya nakletmesi, Türkmenlerin doğudaki sınırdan Anadolu'ya girmelerine ve boşaltılan bölgelere yerleşmesine olumlu katkı yapmıştır. Azerbaycan topraklarından hareket eden Türkmenler, Bizans Devleti'nin boşalttığı Doğu Anadolu topraklarını kolayca fethederek oralara yerleşmiştir.
Diğer taraftan gayri Müslim olan Türk unsurları daha sonra Anadolu topraklarına gelen soydaşlarıyla, Türkmenlerle birleşip, sorun yaratmadan kaynaşarak İslamlaştılar. Anlaşılan Malazgirt savaşı esnasından Bizans ordusunda yer alan Türk kütleleri karşı tarafın kendi akranları olduğunu öğrenince oraya geçmişlerdi.

Bunların dışında Anadolu'da siyasi bir güç olan Bizans birlikleri, Türk akınlarını durdurmak maksadıyla kale ve surlarla korunan şehirlerde mevcuttu. Bunlardan surlardan mahrum veya zayıf surlarla çevrili şehirler, direnmede acizdi. Ortaya çıkan bu müsait durumdan faydalanmak isteyen Selçuklu sultanları Anadolu'yu yurt tutmak maksadıyla fetih hareketlerine hız verdi.

Göktürk Devletinin Yıkılmasından Sonra Oğuzlar

Göktürk Devletinin Yıkılmasından Sonra Oğuzlar

Bilge Kağanın ölümünden sonar ülkede tekrar kargaşa başladı. Bunların başında Aşina ailesinin kendi içindeki durmak bilmeyen taht kavgası ve bu durumdan faydalanarak kendi bağımsızlıklarını tekrar sağlamaya çalışan budunların ayaklanması göze çarpmaktadır. Bu gelişen olumsuz durumdan kazançlı çıkan Uygurlar olmuştur. Bunlar 744 yılında Aşina sülalesinden olanlara son vererek, yaklaşık 100 yıllık bir süre için ötüken'in yeni sahipleri durumuna yükselir.
744 yılında Gök Türk devleti Uygurlar tarafından ortadan kaldırılması ile Dokuz Oğuzlar bu sefer Uygurlar'a itaat etmek zorunda kalarak Uygur federasyonunu meydana getiren Türk budunlarına katılmıştır. Fakat Oğuzlar, II Göktürk devletine karşı almış oldukları tutumları aynen Uygurlara da uygulamışlardır. Ama Uygurlar, Dokuz Oğuzlar'ı ne zaman idareleri altına aldılar, kesin bir şey söylemek mümkün olmuyor. Uygurların kurucusu olan Kol Bilge Kağan'ın Gök Türk hâkimiyetini ortadan kaldırma çabası esnasında, Dokuz Oğuzlar ve diğer Oğuz kabilelerinin genel durumundan bahsedecek kaynaklarda bulunamamıştır.
747 senesinde Kol Bilge Kağan'ın ölümü zerine, yerine Türk tarihinin en güçlü simalarından biri olan büyük devlet adamı, Moyun-Çor geçti. İşte bu kağanın adına dikilen kimi kısmı iyi korunamayan Şine-Usu kitabelerinden Oğuzlar'ın (Sekiz Oğuzlar) durumu hakkında az da olsa bilgi edinmek mümkün olabilmektedir. Sine Usu yazıtlarında Moyunçur'un onlarla savaştığı anlatılmaktadır: "Tuttum bir orada ormanlığa yetiştim. Gece ışık batarken harp ettim. Orada mızrakladım. Gündüz [dağılmışlar], gece derlenmişlerdi. Ormanlıkta Sekiz Oğuz, Dokuz Tatarlar kalmadı, ikinci gününde gün doğarken harp ettim". Burada ilginç olan Oğuzlar'ın dokuz değil sekiz boy halinde zikredilmesidir. Nitekim Moyunçur Oğuzlar'la yaptığı ikinci savaşında da onlardan Sekiz Oğuz olarak söz etmektedir. Bu olaylarda Oğuzlar'ın bir boy haricinde Uygurlar'a karşı ayaklandıkları görülmektedir. Bir diğer açıklama ise, ilk iki savaşta Oğuzların sekiz boy olarak zikredilmeleri, bir boyun daha önce Gök Türklerle birlikte Çin'e gitmesinden ileri gelmektedir. Üçüncü savaş arifesinde bunlar geri dönerek tekrar Oğuzlar arasına katılmışlardı. Nitekim bir sonraki olaylarda Oğuzlar'dan yine Dokuz Oğuz olarak söz edilecektir. Oğuzlar'ın Uygurlar'a karşı savaşlarda yanlarına çeşitli boyları da aldıkları bilinmektedir. Başından beri sanki kader birliği yapmışçasına Oğuzlarla Dokuz Tatarlar'ı ittifak halinde görmekteyiz. Yine bu savaşlarda Kırgızlar ve Çikler de Oğuzlar'ın yanında yer alarak Uygurlar'a karşı çetin savaşlar vermişlerdir. Ancak bu savaşların hepsi Uygurlar lehinde sonuçlanmıştı. Uygurlar bu savaşlarda düşmanlarına karşı daima bağışlayıcı olmuştur.
Böylece Uygur kağanı Moyunçur'un Türkçe kitabesinde, devletin dayandığı başlıca unsur olarak "On Uygur ve Dokuz Oğuz budunu" zikrediliyor.
Yine Şine-Usu kitabelerinden anlaşılıyor ki, Uygurlar hâkimiyeti sırasında Oğuzların bir kısmı Gök Türkler ile Çin'e gitmişler ve Moyunçur'un Basmıllar ve Karluklar ile savaşları esnasında tekrar Türk iline dönmüşlerdir. Demek ki Uygurlar zamanında da bir dizi göç döneminin başlatıldığı görünmektedir.
Uygurların hâkimiyetine alınmış olan Orhun Oğuzları hakkında kaynaklarda bunun dışında daha fazla bilgi yoktur. Uygurlar, XI. yüzyıl ortalarında Orhun-Selenga vadisinden iç anlaşmazlıklar ve ayrıca 840 yılında Kırgızların saldırmaları nedeniyle Orhun bölgesinden ayrılıp, batıya yani şimdiki Orta Asya bölgesine göç etmişlerdir. Uyguların bir bölümü Beşbalık, Turfan, Barköl ve Hami Kenti bölgelerine göç etmek zorunda kalırken, Uygur federasyonuna dâhil olan Oğuzlar ise daha da batıya, İç Asya bölgelerine kaymak zorunda kaldılar. Bundan sonra anayurt bölgesindeki Oğuz topluluğu topluluğu hakkında fazla bilgi yoktur. Herhalde batı yönünde geniş ölçüde batı hareketi söz konusudur.

Oğuzların Göktürk Devletiyle İlişkileri

682 yılından itibaren 50 yıllık esaret döneminin ardından Çin kaynaklarının "Ku-to-lu" adını verdikleri Kutluk (Aşina soyuna mensup bir prens) tarafından Çinlilere karşı başarılı bir bağımsızlık savaşı başlatıldı. Kutluğu destekleyenlerin sayısı kısa sürede 5000 yükseldi ve kendisi de kağan olarak ilan edildi. Bu durumdan ilk etkilenen Oğuzlar oldu. Kutluk kağan ilk etapta savaşmak için lazım olan at sürülerini Dokuz Oğuz boylarından yağmalayarak elde etti. Bu hareket kısa surede yayıldı.
Dağılan Göktürk boylan Kutlug'un etrafında toparlanmaya başladı. Kutluğun başlattığı özgürlük hareketi sonucunda, 682'de yeniden Gök Türk devletinin bağımsızlığını kazandı.
Bu sırada Dokuz Oğuz Kağanı Selenga ırmağı boylarında oturuyordu ve Ötüken bölgesi de onun idaresinde idi, ötüken bölgesinde Göktürklerin yeniden yükselişi en çok Dokuz Oğuzları tedirgin etmişti. Dokuz Oğuz Kağanlığı Gök Türklere bağlı kalmaktan korkuyorlardı. Bu nedenle yaklaşan tehlikenin önünü almak için ciddi bir savaşa hazırlanmak zorundaydılar. Bu sebeple Gök Türkler henüz kuvvetlenmeden, Çinliler ve Kıtaylar ile bir ittifak kurmak için, Baz Kağanın önermesiyle her ikisine de Kum ve Tonra boylarından birer elçi gönderdiler.
Üstelik güneyde en kısa zamanda siyasi bir gücü oluşturan Kutluk'un ana hedefi doğal olarak Ötüken bölgesini ele geçirmek oldu. Çünkü Baykal gölünün güney batısında bulunan Ötüken, yüksekçe dağlar ve Orhun ile Tamir ırmaklarınca çevrili müdafaası kolay fakat etrafa akınlar yapmaya elverişli bir konumda olup, iklimi yumuşak ve geniş otlaklara sahip bir yer idi. Bu yüzden burası Asya Hunları ve l Göktürk Kağanlığı zamanlarında da devletin ağırlık merkezi olmuştur. Türklerce kutsal sayılan bir bölgedir. Gök Türkler'in fetret devrinde dağılan Türk kavimlerini ancak "Türk Devletçilik ruhunun yerleşmiş olduğu" Ötüken etrafında toplamak ve idare etmekle mümkün olabileceğinden buranın ele geçirilmesi büyük önem kazanmıştır.
Oğuzlar'ın ittifak aramak amacıyla bir haberciden Çin ve Kitay'a elçiler gönderdiklerini duyan Kutluk Kağan vezir Tonyukuk'a "gönlünce ordu sevk et" talimatını vermiş, taraflar arasında meydana gelen "inekler Gölü" savaşında Oğuzlar ağır bir darbe almıştı. Bu olaylar 682 yıllarında olmalıdır. Yapılan savaşta Oğuz kağanı Baz Kağan öldürüldü ve Oğuzların büyük bir kısmı Kutluk Kağanın hâkimiyetini kabul ettiler.
Göktürkler karşında verdikleri bu savaşı kaybetmesi Oğuzların Ötüken’deki konumunu olumsuz etkiledi. Bunun sonucunda bağımsızlıklarını kaybeden Oğuz boylarından bazıları ana yurdun dışına kadar uzanan yeni göç hareketlerine kalkıştılar. (Çine)
Ötüken’deki diğer Türk unsurlarını da tek tek hâkimiyeti altına alan Kutluk Kağanın İlteriş unvanını aldığını görüyoruz (686 ya da 687 başı). Birde yazıtlarda hakanın kendi ulusuna "Türk ve Oğuz beyleri" diye hitap etmesi, Oğuzların Göktürkler arasında Türklerden sonra ikinci büyük ve önemli unsur olduklarını göstermektedir. Ancak 682 ile 691 yılları arasındaki on senelik kısa dönemde Dokuz Oğuzlar ile Göktürkler arasında yedi savaşın olması dikkat çekicidir. Anlaşılan, Oğuzlar sık sık Göktürk idaresine karşı baş kaldırıp, savaşmışlardı. Bunun nedeni Dokuz Oğuzların kendilerinden değil, hakan tarafından atanan bir idareci tarafından yönetilmesinden duyulan memnuniyetsizlik olmalıdır.
Ancak, 691–715 yılları arasında Dokuz Oğuzlarla Göktürklerin münasebetine ilişkin kitabelerde yeterli bilgi arz edilmiyor. Muhtemelen, Oğuzlar beylik statülerini geri kazanmışlardı. Kitabelerde İlteriş Kağan'ın halefi Kapkan Kağan'ın iktidarının ilk senelerine ait (692–716) Oğuz'ların herhangi bir hareketinden bahsedilmiyor. Sadece Tonyukuk kitabesinde ufak, fakat önemli bir kayıt geçer. Buna göre Çin imparatoru, Türgiş ve Kırgız kağanları Gök Türklere karşı yapılacak savaş hakkında müzakere ederken Türgiş kağanı diyor ki: "Türk memleketi kargaşalıktadır. Onlara tabi olan Oğuzlar isyana kalktılar". Burada dikkati çeken mesele, Oğuzlar'ın bağımsızlıkları için devamlı fırsat kolladıkları hususudur. Oğuzlar'ın bu devamlı ayaklanmaları, büyük bir kuvvete sahip olduklarını gösteriyor. Gök Türk kağanları bu durumu göz önünde tutmak suretiyle her zaman onlara Oğuz ya da Dokuz Oğuz ismiyle sık sık hitap etmişlerdir. Dokuz Oğuzlar kuvvetli bir kavim olarak daima Gök Türklerle karşılaştırılmalardır. Gök Türklere karşı düşmanca duygular besleyen bu kavim, Gök Türk kağanı tarafından mağlup edilmişse de, Gök Türklere karşı sık sık isyana devam etmiştir. Bu meseleler daha sonra Kapkan Kağan'ın yerine geçen Bilge Kağan devrinde dikilen kitabelerde Dokuz Oğuzlara karşı yaptıkları devamlı savaşlara dair etraflı bilgiler vermektedir.
Kapkan Kağanın 25 senelik (692–716) başarılı askeri ve siyasi yönetimine rağmen Kağanlığının son yıllarına doğru, yani 714 yılından itibaren devlete bağlı kavimler arka arkaya isyan etmeye başladılar. Bu hareketlilik her halde Kapkan Kağanın katı tutumundan dolayı meydana gelmiştir. O kendisine bağlı olan kavimlere çok sert davrandı ve yaşlanınca da öfkeli ve tutarsız biri oldu. Buna karşılık tabi kavimler protesto edip, kendisinden uzaklaştılar. Bunlar arasında Oğuz ve Ediz boylarının da adları geçmektedir. Böylece 715 yılının başlarında Kapkan Kağan ve yandaşları kendilerini şiddetli bir isyan denizinin ortasında bulmuşlardı. Ongin kitabelerinde olaylar karşısında çaresiz kalan kağanın durumu açık bir şekilde anlatılıyor. 715–716 yılları arasında taraflar arasında peş peşe çok sayıda çatışmalar gerçekleşmişti. İlk çatışma Toğu Balık'ta cereyan eti. Tula nehri kıyılarından küçük bir şehir olan Toğu Balık çevresinde vuku bulan bu savaştan bir netice husule gelmemişti. Taraflar pozisyonlarını koruduklarından çözüme gitmek için Andırgu'da bir kez daha karşılaştılar. Ancak yine bir sonuç ortaya çıkmayınca Çüş Başı denilen bir yerde bu zamana kadar yapılanlar arasında en ciddi çarpışma gerçekleşti. Kıran kırana geçen bir muharebenin sonucunda Oğuzların ciddi kayıplar verdiği anlaşılmaktadır. Savaş sonucunda Göktürk birlikleri Oğuz Tonra boyundan Alpagut ve on akrabasını esir olarak ele geçirmişti. Şubat-Mart 715 yılında yapılan (muhtemelen Mart ayının ortasında gerçekleşmiştir) ulusal Yug/Yuğ törenlerinde esirler idam edilmişlerdi. Ancak bu savaş Göktürkler'e öne geçme şansı tanımışsa da henüz Oğuzlar pes etmemişlerdi. Bunun üzerine taraflar bir kez daha Ezgenti Kadaz mevkide karşı karşıya geldiler. Ancak, sonuç namına ortada yine bir netice yoktu, işi inada bindiren Göktürkler hasımlarını yenmeyi kafalarına iyice yerleştirmişlerdi. 715 yılı sonunda Oğuz birliklerine yaklaşmaya çalışan Göktürkler, kışı Amgı sığmaklarında geçirdiler. 716 yılı başlarında buradayken muhtemelen kışın aşırı soğuk geçmesinden dolayı hayvanları ölmeye başladı. "Yut" veya hayvan ölümü adı verilen bu olay korkulacak düzeyde olmadığından Göktürkleri pek etkilemişe benzememektedir. Bahar mevsiminde Köl-tigin tekrar Oğuzlar'a karşı sefere geçti. Ancak, Oğuzlar da tetikteydiler. Ordunun harekete geçtiğini öğren Oğuzlar, muhtemelen farklı bir taktik geliştirip aniden Köl-tigin'in bulunduğu karargâha saldırdılar. Köl-tigin bu saldırı karşısında inanılmaz bir cesaret sergilemişti. Sonuçta Oğuzlar bazı kayıplar verdirerek geri çekildiler. Sinirleri iyice gerilen Göktürkler, Oğuz yurtlarına saldırarak bazı obaları yağmaladılar. Bunun üzerine Oğuzlar eskiden beri beraber oldukları Dung-hu/Tun Oğuz boylarından Tokuz Tatarlar'la ittifak oluşturup Göktürk yağmalarının önüne geçmeye çalıştılar. Ağu yakınlarına Oğuz-Tatar birlikleriyle Göktürkler arasında arka arkaya iki savaş gerçekleşti. Ancak her iki savaşta Göktürkler lehinde sonuçlandı. Bu yine Oğuzlar'ın tabi olduğu anlamına gelmiyordu. Nitekim kaybedenler meydanı bırakarak kaçmak zorunda kalmışlardı.
Göktürklere karşı bağımsızlıkları uğuruna verdikleri savaşları kazanamayınca artık bazı Oğuz boyaları ana yurdun dışına, Çine göç hareketinde bulundular. Fakat bu bir sığınma şekli idi. 717 yılında gerçekleşen bu olay üzerine Göktürkler Oğuzlar'ın bu ihanetine sinirlenip onlara karşı sefere çıkarak, çocuk ve kadınlarını esir olarak ele geçirmişlerdi. Muhtemelen bu olay üzerine Oğuzlar tekrar hâkimiyet altına alınmıştır.
Bu sıralarda devletin bütünlüğünü sağlamayı amaçlayarak Kapkan Kağan Bayırku kabilesine karşı sefer düzenleyerek Tola kıyılarında onları mağlup ediyor. Fakat kağan Ötüken'e dönerken yolda ansızın ormanda saklanan Bayırkular tarafından yakalanarak öldürülüyor.
Bu olay üzerine Gök Türk devletinin başına Kapgan Kağan daha hayatta iken törelere uygunsuz olsa da halefi olarak tayin ettiği oğlu Küçük han geliyor. Fakat hakkını arayan Köl-tigin kısa bir süre sonra askeri bir darbe ile kağanlığı abisi olan Bilge Kağana geçmesini sağlar.
Bilge Kağan döneminde onun sergilediği barış eksenli, akıllıca politikası önceki kağanın katı tavrın unutturmuş, bu şekilde Çin'e kaçan Türk kavimlerini geri çekmeyi başarmış. Bu da Çin tarihi kaynaklarında, Türklerin tekrar eski saflarına dönmeleri ters bir akıntı olarak açıklanmaktadırlar.
Bunun net bir örneği de, tekrar güçlenmeyi hedefleyen Bilge Kağan daha önceleri kendi topraklarını terk ederek Çin'e sığınan Tokuz Oğuzlara geri göç etmeleri için çağrıda bulunmasında idi. Bunun üzerine Oğuzlar'ın Bilge Kağan ve Tonyukuk'a güvenerek geri döndükleri anlaşılmaktadır. Zira 726 yılında veya ona yakın bir zamanda dikildiği sanılan Tonyukuk kitabesinde Türk Bilge Kağanın, Türk Sır Budununu, Oğuz Budununu besleyip oturduğunu söylemesi doğal olarak bu sonucun doğru olduğunu teyit etmektedir219. Bilge Kağan'ın da Köl-tigin için diktirdiği kitabede Oğuz budunu ve beylerine de hitap etmesi; Oğuz'ların Kağan'a bağlılıklarını sürdürdüğünü, ana kitlenin Ötüken'de bulunduğunu ifade ediyor.
Oğuzlar, Göktürk Devleti'nin sonuna kadar tabi pozisyonlarını korumuşlardı. Ancak bu bağlılığın Göktürk Devleti'nin sonlarına yakın sarsıldığı ve aradaki iplerin koptuğu bilinmektedir. Göktürkler'e aşırı sadık kalan bazı Oğuz grupları ise onlarla birlikte devletin çöküşü üzerine Çin'e gitmişlerdi. Göktürk kitabelerinde geçen bazı bilgilerden de Oğuzlar1 m sadece Çine değil ana yurdun batı kısmına, Türkeşlerin yurduna doğru göç etmiş olabileceği kanaatine varabiliriz.